İtalya’nın mekan ve mimarisinin eşsiz uyumunu seyirci ile buluşturan yönetmen Luca Guadagnino’nun 2009 yılında yayınlanan I am Love filmini mercek altına alıyoruz.
I am Love, Guadagnino’nun kendini seyirciye tanıttığı film diyebiliriz. Kullandığı mekanlar ve açılış müziği ile film, izleyiciyi etkisi altına almaya başlıyor.
Bir kış sabahı Milano’da yaşayan aristokrat Recchi ailesi ile tanışıyoruz. Tekstil üreticisi olan bu varlıklı ailenin nasıl bir lüks içerisinde yaşadığını filmin daha ilk sahnesinden anlayabiliyoruz.
Mutfakta kusursuz bir yemek hazırlığında olan çalışanlar ve ailenin Rus gelini Emma Recchi bize kendini gösteriyor. Çalışanlara yardım eden Emma, bu ailenin geleneklerine ayak uydurmak isterken, evin içerisindeki yalnızlığını da hissettiriyor bizlere…
Büyük davetler ve yemekler ile geçirilen bu kusursuz hayatın içerisinde, ailenin kendi içindeki mutsuzluğu filmin ilk dakikalarında anlaşılıyor aslında.
Yemeğe gelen akrabalar ve misafirler büyük bir özenle geliyor, Emma karakteri her davete elegan ve oldukça sade katılıyor. Guadagnino ‘Modanın yaratıcılığını seviyorum’ diyor Caterine Minthe ile yaptığı bir röportajında. Bu yüzdendir ki filmlerinde Raf Simons ile birden fazla kez işbirliği yapıyor.
Simons film ve Luca Guadagnino ile ilgili 2010 yılında Elle dergisi için Elin Clements ile yaptığı bir röportajda şunları söylüyor;
“Klasik bir yanı olmasına rağmen aslında bir modernist. Ve bu, klasik sinematik referansa dayalı modernist bir film yapmanın neden Luca ve benim için kendi meydan okumamız olduğunu açıklıyor.”
Recchi ailesinde hayat her zamanki gibi akıyorken bir karakter her şeyi baştan çıkarıyor. Emma’yı dahil. Ailenin büyük oğlu Eduardo’nun misafirliğe getirdiği chef arkadaşı Antonio ile film bambaşka bir sekansta akmaya başlıyor. Emma karakteri yeni bir serüvene adım atıyor.
“Emma’yı bir avatar olarak düşünüyorum. Bu dünyaya bir uzaylı olarak geliyor ve bu kendine özgü bir dünya. Bence Milano’da bu türden bir sanayi kralıyla evlenen herhangi birimiz kendimizi asimile etmekten çekiniriz. Kendinize tedarik etmeniz gereken bir üniforma var – insan içine böyle çıkamayız .İcraata geçmeli,kendinizden emin olmalısınız ve dünyanın siz emrettiği sisteme uyum sağlayabilmek için belli bir şekilde giyinmelisiniz. Dünya bunu size sağlamaz; açıkça emreder. Bence Emma gibi o ortamın dışından gelen biri için, özellikle de gerçekten donanımlı olmayan bir ortamdan gelen biri için -New York’tan, hatta Abu Dabi’den taşınmış gibi değil- Sovyet Rusya’dan gerçekten hazır olmadığı bir dünyaya geliyor, bu yüzden yönetmeliği öğrenmesi gerekiyor. Bu sebeple, belirli bir noktaya kadar, onun tarzı her şey demek.” ( Raf Simons / Elle 2010 )
Filmin Hikayesi ve Renk Paleti
Emma, saklandığı ve sakladığı duyguları tekrar hissetmeye başlıyor. Şef ile arasında olan çekimi hissetmemek elde değil, Emma’nın suratındaki mutluluğu da öyle.
Bu gizli aşk başlarken, karakterin kendine olan güveni ve hissettiği duyguları elbet giydiklerine de yansıyor. Hiçbir zaman çok abartmıyor, hala bir Recchi gelini gibi hissettiriyor aileye, şaşmaması gereken bir çizgisi olduğunu her zaman vurguluyor.
Filmin hikayesi, kostümleri ve renk paleti ile ilişkisi hakkında Raf Simons şunları söylüyor;
“Kesinlikle tam olarak bunu yapmak için tasarlandı. Jil Sander’dan Raf Simons ve ekibi, ketum biri için hevesli bir gardırop yapma konusundaki mücadelemize çok duyarlıydı. O,bazı durumlarda konuşkan, ancak kırmızı bir elbiseyle aşık olmak üzere olabileceğinin sinyalini verme fikri, ya da en sonda hastanede giydiği elbise- bu elbise birkaç dakika önce yemekte giydiği elbiseden birkaç ton daha koyu. Tüm bu renk referanslarıyla oynamak oldukça eğlenceliydi. Ve Raf Simons benim Sanremo turuncusu olarak düşündüğüm şeyle çıkıp gelince-o turuncu elbise ve inanılmaz turuncu pantolon, oldukça sinematik bir cevaptı.”
VILLA NECCHI VE DAHA FAZLASI
Filmdeki kostümler kadar mekanlar da oldukça özenle seçilmiş. Villa Necchi Campiglio ailenin yaşadığı ev olarak kullanılıyor.
İtalyan rasyonalizmin simgesi olarak gösterilen ev, 1932-1935 yılları arasında dönemin ünlü mimarı Piero Portaluppi tarafından Angelo Campiglio ve eşi Gigina Necchi için tasarlanmış. Kızkardeşler, Gigina ve Nedda Necchi, ünlü İtalyan dikiş makinesi markası Necchi’nin varisleriymiş.
Mermer dış cephe, gül ağacı süslemeleri, ceviz zeminler ve merdivenin korkuluğundaki bir Yunan perdesi gibi evin içinde oldukça art deco referansları da mevcut.
Daha sonra villayı daha çağdaş bir tarza büründürmek için, 1950’lerde tasarımcı Tomaso Buzzi ile anlaşılmış ve yeniden tasarlanmış. Buzzi villayı restore ederken Portaluppi’den izlerini de korumuş. Camlı veranda, tavanı süsleyen simgeler bu izlerden birkaçı.
Gigina Necchi’nin ölümünden sonra mülk Fondo Ambiente Italiano’ya (FAI) bağışlanmış.
Luca Guadagnino, filmlerinde mekâna gösterdiği özenle birlikte bizlere aynı zamanda bir iç mimar olduğunu hatırlatıyor. Financial Times için Jackie Daly ile yaptığı röportajında şunları söylüyor.
“Gençken, sık sık annemin evinin oturma odasındaki eşyaların yerini değiştirip tekrar eski yerine koyardım çünkü bir eşyanın yerini değiştirmenin ortamı tamamen değiştirdiğini keşfettim. Bunun perspektife olan düşkünlüğümle bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, tasarım işi yapmaya başladığımda kendimi çimdiklemem gerekti. Bu, benim için, bir çocuğa dünyadaki tüm oyuncakları oynaması için verip “Bu,senin işin.” demek gibiydi.”
I am Love, Milano’nun kasvetli havasından Sanremo’ya bir yolculuğa çıkartıyor izleyicileri.
Emma duygularını daha fazla bastıramazken, yaşadığı aşk ile beraber oğlu Eduardo’nun nasıl bir çıkmazda olduğunu farkına dahi varamıyor. Duyguları onu ele geçirmişken Antonio ona tekrar kendini hatırlatıyor. Bu sırada şirketin satılması ile birlikte ailede daha büyük çatlaklar meydana geliyor.
Filmde belki de trajik sona bir adım daha yaklaştıran öğe ise, Emma ile Eduardo arasında özel bir bağ kurduğu ‘Ukha’ yemeği. Rusya’da ünlü olan bu çorba anne-oğul arasındaki bir kırılma noktası diyebiliriz. Emma’ya rus olduğunu hatırlatan oğlundan sonra tek şey belki de.
Öyle ki aile, onun rus olduğunu hiçbir zaman kabul etmediği için ona ‘Emma’ ismini takıyor.
Tam da buradan başlıyor ataerkil düzenin ve karakterin sıkışmışlığı, Guadagnino küçük detaylar ile seyirciye bunu büyük profesyonellik ile aktarıyor.
Trajik sona doğru giderken, ailenin beraber yediği son akşam yemeğinde Emma’nın yaşadıkları ile birlikte saçlarını kestirmesi yeniyi savunuyor adeta.
Krem rengi üzerine oturan elbisesi, inci kolyesi ile birlikte soft bir görünüm yakalıyor. Omzundan attığı renkli şal yere kadar ona eşlik ediyor. Her zamanki gibi kusursuz bir gelin olarak çıkıyor davete.
Luca Guadagnino, yaptığı sanat referansları, kullandığı mekanlar ve özenle seçilmiş kostümler ile izleyicilere görsel bir şölen yaşatıyor. Milano’da başlayan hikâye tekrar Milano’da biterken Recchi ailesinde tüm dengeler alt üst oluyor. Emma ise bambaşka bir hayata adım atıyor.