Kariyer Hep Toz Pembe Mi Olmalı?
“Louis Vuitton’da çalışmaya nasıl başladım?” başlıklı yazımdan sonra birçok olumlu mesaj, tebrik ve yorum aldım. Kariyer hikayemin ilham vermesi beni mutlu etti tabii, başarılarımla gururlanmak da…Fakat gurur ne kadar keyifli bir his olsa da, onun boyadığı toz pembe tablonun cazibesine kapılmamanın, mücadeleli tecrübeleri de paylaşmanın, şu anki pozisyonumda önemli olduğunu düşünüyorum. İşte bu yazım da böyle bir yazı.
Kariyer denen çekici bir o kadar da sarsıcı tecrübede en zararlı düşünce “Herkesin mükemmel bir kariyeri var. Bir benim yok.” düşüncesi. Buna engel olmanın yolu da gerçeklerin peşine düşmek.
Tolstoy’un dediği gibi, mutluluk dış faktörlerle değil, bizim onları nasıl gördüğümüzle ilgilidir. İş arama sürecinde de mutluluğumuz ve motivasyonumuz, olayları nasıl yorumladığımızla çok alakalıdır.
Birkaç sene önce, adını saklı tutacağım çok büyük bir lüks moda markası beni bir iş görüşmesine çağırdığında, çok heyecanlanmış ve gururlanmıştım. O dönemde Paris’de yaşıyordum fakat iş görüşmesi için İtalya’ya gitmem gerekecekti. Bir skype görüşmesi yaptıktan sonra markanın ana merkezinde buluşmak için sözleştik. Beni onlara öneren kişi oldukça üst düzey bir yöneticiydi, hem onun verdiği güven, hem de kendi geçmişimin verdiği rahatlıkla bu iş görüşmesine gittim.
Paris’den yola çıktığımda kafamda onlarca soru vardı. Şimdi bir teklif alırsam ne olacak? Şehir değiştirmek istiyor muyum ki ben? Tekrar yeni ortam, yeni iş arkadaşları…değer mi ki? Malesef yolculuğun uzunluğu benim aleyhime olmuş, sorular iyice artmış, markanın ana merkezine geldiğimde “Benim burda ne işim var?” sorusuna kadar varmıştım.
Bundan sonrası, geçen koca bir gün, üç tane uzun iş görüşmesi, her seferinde bende kalan ekşi tat ve şu his: “Beni bu kadar çağırdılar bir de üstüne beni anlamamakta direniyorlar”. Ben o kapıdan çıkıp uçağa yetişmek için hızlı adımlarla çıkarken, aslında bu görüşmenin on yıldan sonra hayatımda olan en iyi “tatsız” olay olduğunu henüz farketmemiştim.
Uçakta Paris’e dönerken ilk yarım saatim görüştüğüm kişileri, ortamı, yolculuktan gelmiş halimle beni bilmediğim bir şehirde öğle yemeğinde yalnız bırakmalarını suçlamakla geçti. O kadar yol katetmiş koca bir gün iş görüşmeleri yapmıştım. Bu kadar olurdu. Böyle bir şirketi ben istemiyordum zaten…vesaire…
Derken zaman geçti. Eve döndüm. Oturdum. Düşündüm. O kadar özene bezene, beni tanıyanlar vasıtasıyla gittiğim bir iş görüşmesinin kötü geçmesi için ben ne yapmıştım? Sonuç ortadaydı. Ekşi tat hiçbir zaman tek taraflı olmazdı. Kendi görüşmemi kendim sabote etmiştim.
Kendi Kendini Sabote Etmek
“Self-sabotaging behavior”, yani kişinin kendi kendini sabote eden davranışları, sıklıkla yaptığımız ama çoğunlukla farketmediğimiz birşey. Bu hem özel hayatımızda hem de profesyonel hayatımızda isteğimiz dışında gelişen, inançlarımız ya da gizli arzularımız ile şekillenen bir tepki, davranış ya da tepkisizlik olabilir. “Ya olursa ne yaparım?” korkusuyla gerçekleşmesine engel olduğumuz şeylerin listesi aslında uzundur, ama biz farkına varmayız.
Ben farkettim.
Ben ne şehir değiştirmek, ne de iş değiştirmek istiyordum. Kendimi harika bir teklif almış olarak görmek çok hoşuma gitmişti. “Transfer oldum, süper bir pozisyon hem de” diyebilirdim. Fakat aslında bu iş benim o anki isteklerim ve hedeflerimle zıt düşüyordu. Ne mi yaptım? Kendimi bir dolu olumsuz fikirle doldurup, kafamdaki soruların sayısını yüzle çarpıp, değişiklik yaparsam olacakları trajedi haline getirip o kapıdan girdim. Görüşmelerde en ukala tavrımı takındım. Sonuç olumlu olabilir miydi? Tabii ki hayır.
Hayat, istediğimiz şeyleri elde edemeyeceğimize, istemediğimiz şeylerin de hep bizim başımıza geldiğine inanmakla geçiyor. Oysa ki, istemesek de karşımıza çıkan fırsatlara müteşekkir olmak, onlardan öğrenip zenginleşmek, bizi istediğimiz şeyleri elde etmeye bir adım daha yaklaştırabilir.
Fırsatlara Odaklanmak
Mesela ben, bu olaydan sonra anladım ki, aklımda tek bir şey vardı. Girişimci olmak. Ne olursa olsun, o riskleri alacak ve kendi işimi kuracaktım. Deneyecek, belki yanılacak, ama yine de bunu yapmadan rahat edemeyecektim. O zaman karar verdim ki, mücadeleli bir tecrübe yaşamadan, bazen kendimizi sabote edip o duvarlara çarpmadan, ne değişime girebiliyoruz, ne de bir bütün olabiliyoruz.
Moda Kariyeri olarak yaptığımız son eğitim etkinliğinde iş arayan katılımcılardan gelen bir soru vardı: “İyi pozisyon ama küçük şirket mi? Kötü pozisyon ama büyük şirket mi?”.
Bu soruya cevabımı bir soru ile vermek isterim “Bu sorular da bir nevi sabotaj değil mi?”.
Önümüze çıkan fırsatları küçük, büyük, prestijli, prestijsiz, yararlı, yararsız diye sıfatlarla betimledikçe aslında muhtemel sonuca etki etmiş oluyoruz. Oysa ki fırsatlara odaklanıp, süreci kendimizi tanımak için kullanmalı ve bize verilmesini beklediğimiz şansları kendimiz yaratmak için tecrübe biriktirmeli ve sorgulamalıyız.
Ve eğer bu soruları kendimize soruyor, o betimlemeleri yapıyorsak, oturup bir düşünmeli, belki dost veya koç yardımı almalı ve “Neden bunu yapıyorum?” diye kendimize sormalıyız. İşte o zaman olumsuz dediğimiz görüşmeler başımıza gelen en iyi şeyler olabilir.